Sevgili Günlük

Tallinn’de ilk yılın ardından..

3 yıl aradan sonra merhaba! Üniversitede çok severek yazdığım bu blogu, Ağustos 2020’de tam zamanlı çalışmaya başlamamdan beri ihmal ediyordum. Şu anda İsviçre’de tatildeyim, ve yıllar sonra gerçekten ilk defa yazma isteği duydum.

Son bir yılda, birkaç kez yazma girişimim oldu, hatta birkaç yazı hazırladım ama hiçbiri içime sinmedi ve paylaşmadım.

Önce, son yazımdan bu yana neler yaptım, kısa bir özet geçelim:

  • Daha önce Üniversite sonrası hayat nasıl gidiyor? yazımda bahsettiğim gibi, diyetisyenliği tamamen bir kenara bırakıp, SEO ve içerik pazarlaması üzerine bir kariyere yöneldim.
  • Ağustos 2020’de ilk tam zamanlı SEO işime bir ajansta çalışmaya başladım, ardından Ağustos 2021’de ajans değiştirip yine SEO uzmanı olarak çalışmaya devam ettim.
  • Şubat 2022’de aslında iş aramıyor olmama rağmen, şans eseri denk gelip beğendiğim bir iş ilanına başvurmam ve şirket için Estonya’ya taşınmamın zorunlu olmasıyla, 26 Nisan 2022’de Tallinn’e taşındım.
  • Tallinn’de inişli çıkışlı ilk senemi doldurup, expatlığın zorlu dönemini yavaş yavaş aşarken, bir yandan artık hem Euro bazlı kazanıyor olmamı hem de Schengen bölgesinde vizeye ihtiyaç duymadan gezebilmemi fırsat bilerek, daha çok seyahat etmeye başladım.

Tallinn’de ilk yılım nasıl geçti?

Tallinn’de ilk senemi doldurdum. İlk başta işe alışmakta zorlansam da, şehre ve ülkeye oldukça kolay alıştım diyebilirim.

Yıllardır sosyal medyadan, yurtdışına taşınan birçok Türk’ü takip ettiğim için, en çok nelerde zorlanıldığına dair az çok bir fikrim vardı. Birçok expat’in özellikle sosyal hayat, yani arkadaş edinmek ve bir toplululuğun parçası olduğunu hissetmekte zorlandığını bildiğim için, bu durumu kabullenerek taşındım. Kabullenerek gelmiş olmamın, bu konuda işimi kolaylaştırdığını düşünüyorum.

Zaten sosyal hayatta zorlanacağımın ve sık sık kendimi yalnız hissedebileceğim bilincinde olduğum için, zorlandığım durumlarda bir şok yaşamadım ya da durumumu sorgulamadım. Her şeyin zamanla çözüleceğini düşünerek hem tanıştığım insanlarla aramı iyi tutup hem de yavaş yavaş arkadaş edinmeye çalışarak bir şekilde düzenimi kurdum. Zaten Türkiye’deki hayatımla karşılaştırdığımda, aslında Tallinn’de çok daha ‘sosyal’ bir hayatım var.

Ofisten bir kış manzarası

Tallinn’de hayat nasıl gidiyor?

Çok tatlı, 1+1 odalı ve küçük bir terası olan bir daire kiralıyorum. Kirası biraz yüksek olsa da, sunduğu fırsatlarla benim için aradaki farkı çok rahat kapatıyor.

Tallinn’de ev sevdiğim şeylerden biri, iş çıkışı teras keyfi 🙂

Yaşadığım bölgeyi çok seviyorum, zaten Tallinn oldukça küçük bir şehir, neredeyse her yere yürüyerek ya da en fazla 30 dakikada toplu taşıma ile gidebiliyorsunuz. Kasıtlı yapmasam da, geldiğimden beri kaldığım ilk AirBnB dahil olmak üzere, kaldığım 4 evin 3’ü bu bölgedeydi.

Çok sakin, neredeyse hiç sokak veya trafik gürültüsü olmayan, karmaşadan uzak bir yerde yaşıyorum. Büyük şehirleri, gürültüyü ve karmaşayı hiç sevmediğim için, Tallinn benim için harika oldu. İlk denememde, taşındığım şehrin özelliklerinin benim için harika olması da benim için büyük şans.

Burada neredeyse herkes İngilizce biliyor. İngilizce bilmeyenler de konuşmak anlaşmak için gerekirse çaba gösteriyor ya da size yardımcı olabilmesi için İngilizce konuşabilen birini bulup getiriyor. Nadiren de olması İngilizce konuşmakta zorlandığı biraz ters davranan olabiliyor, ama onları suçlamıyorum. Ben buraya gelince fark ettim ki Berlin’de staj yaparken, aslında biriyle konuşmam gerektiği zaman hep tedirgin olmuşum ve gerilmişim. Burada bunu hiç hissetmiyorum. Devlet dairesinde, bankada, markette vs konuşurken zorlanmıyorum.

Şirkette çalışan insanlar genel olarak çok iyi. Ofis de evime yakın. Sabahları evden çalışıp, öğleden sonra ofise gidip bir süre de oradan çalışıyorum. Kocaman ikinci ekranlarımız olduğu için ve ben genelde aynı anda en az 5-6 sekmede veya pencerede çalıştığım için, ekranlar işimi çok kolaylaştırıyor.

Ofiste ilk zamanlarımda çekmiştim bu fotoğrafı. Ekranların devasalığı ilk başta şaşırtsa da, bir süre sonra alışkanlık yapıyor. Şimdi ikinci ekran olmadan çalışmam gerektiğinde biraz zorlanıyorum.

Tallinn’de kışlar uzun, soğuk ve karanlık geçiyor. Ekim ortası – mart sonu arasını tamamen kış olarak görüyoruz. Yaz geceleri ise oldukça aydınlık ve havası çok dengesiz. Zaten yaz kısa sürüyor ve çok sıcak olmuyor. Bir gün sabah yağmur yağarken, öğleden sonra güneşle yakıp kavurabiliyor. Üstelik kuzeyde olduğu için, yazın güneş ışınları bizim alışkın olduğumuzdan daha dik oluyor ve gerçekten yakıyor.

Taşındığımda herkes o kadar çok yerdi ki, Tallinn’in kışından gerçekten korkmuştum. Ama bu kış, normalden daha hafifti, genelde -10 ve -15’lerde geçti ve benim için gayet rahattı. Antalyalı olmama rağmen, pek zorlanmadım.

Havanın kapalı ve karanlık olması biraz kısıtlayıcı olabiliyor, ama bu benim pek canımı sıkmadı. (Aralık ve ocak aylarında, hava 15.30 gibi kararmaya başlıyor ve 16.00’da zifiri karanlık oluyor). Sadece bir hafta sonu -20 oldu, onda da ben hazırlıksız çıktığım için gerçekten çok üşüdüm, o kadar.

Tallinn Old Town’dan bir kış manzarası

Antalya’da yaşayıp, memleketten gelen taze sebze meyve ve lezzetli baklagiller ile büyüyen ‘köylü’ bir Türk olarak, Tallinn’de yemeklerden biraz şikayetçiyim. Hatta Tallinn’de yaşamanın en sevmediğim özelliği bu diyebilirim. Buradan bir gün taşınırsam, bilin ki lezzetsiz yemeklerden ve tatsız sebzelerden yemekten bıktığım için taşınmışımdır.

Bir de yazın havanın çok aydınlık olmasından, ve gece gündüz sürelerinin gerçekten çok hızlı değişmesinden şikayetçiyim. Taşındığımdan beri hiç bir deliksiz gece uykusu çekmedim. Bir seneyi geçti, hala her sabah zombi gibi kalkıyorum, kendime gelip ayılmam saat 11’i buluyor. Şimdi Temmuz ortası, gece hava 23.30’da falan anca kararıyor.. Sonra 3 gibi tekrar aydınlanıyor… Perde de uyku için göz bandı da hikaye Tallinn’de.

Yurtdışında yaşamak benim için bir çocukluk hayaliydi.

Neredeyse ilkokuldan beri en büyük gelecek hayalim, yurtdışında dönem dönem farklı ülkelerde farklı şehirlerde yaşayıp gezmekti. Öyle ki, üniversiteden mezun olduğumda, meslek seçerken kariyerime yön veren en önemli etkenlerden biri bu olmuştu.

Her gün hastane’de veya bir klinikte belli saatlerde ve belli bir lokasyonda çalışmamı gerektirecek, ve bana maddi olarak çok fazla fırsat sunamayacak diyetisyenliği bırakıp; lokasyondan bağımsız, esnek çalışma saatleri ile istediğim yerden istediğim zaman çalışabileceğim ve bana birden fazla gelir kaynağı sunabilecek SEO’yu tercih etmiştim.

Üniversite hayatına 18’den 25’ime kadar 7 yıl adamış, oldukça çalkantılı ve uzun süren üniversite hayatımdan sonra, o kadar emeği bir kenara bırakıp, kariyer değiştirdiğime hiç pişman değilim. Şansıma, ailem de her zaman istediğimi yapmamı destekledi ve kendi çizdiğim yolumda gitmeme engel olmadı.

25 yaşımda üniversiteden mezun olduğumda, 3 aylığına Berlin’e Erasmus stajına gidip gelmiştim. Erasmus’tan geldikten sonra yaklaşık bir ay dinlendim.

Sonra, artık kariyerime yön verip, iş aramaya başlamaya karar verdiğimde şöyle bir şey yaptım:

  • Bir defter alıp, yapmak istediğim şeyleri ve hedeflediğim hayatı yazdım. Hedefim esnek çalışma koşullarına sahip olabileceğim bir işte çalışmak ve yurtdışında veya Türkiye içinde dönem dönem farklı yerlerde yaşayarak internetten çalışmaktı.
  • O hedefe ulaşmak için yapabileceğimi düşündüğüm şeyleri yazdım. (eğitim, kariyer, gönüllülük fırsatları vs)
  • Ardından bunlar için hazırlık olarak yapabileceklerimin listesini yaptım.
  • En çok istediğim ve bana en uygun olanları önceliklendirip, üzerinde çalışmaya başladım.

Bu listeyi ve planı yaptığım defteri de hala olduğu gibi tutuyorum, arada bir açıp bakıyorum..

İlk başladığımda liste oldukça genişti. İnternetten çalışmak istediğim için yapılabilecekler oldukça fazlaydı. Seçtiklerimden deneme yanılma yoluyla bana uygun olduğunu düşündüğüm bir yolu seçtim, ve şimdilik oldukça memnunum.

Avrupa’da yaşamanın benim için en önemli avantajı, Schengen bölgesi içinde vizesiz rahatça seyahat edebilmek. Yukarıdaki fotoğraf, geçen ay ilk kez ziyaret ettiğim Stockholm’den. Gittiğim yerlerde mutlaka en az bir kartpostal alıp, o şehirden anılarımı yazıp, kartları kendime gönderiyorum.

Gurbetçilik = Sıla hasreti

İşverenim yılda 90 gün uzaktan dünyanın herhangi bir yerinden çalışma imkanı sunuyor. Bu benim için harika bir fırsat. Bu hakkın büyük çoğunluğunu Türkiye’ye gidip orada uzaktan çalışarak kullanıyorum. Geri kalan kısmını da Avrupa içinde seyahat ederken parça parça kullanıyorum.

İlk taşındığımda, pek özlemem heralde pek gitmem diye düşünüyordum ama sıla hasreti fena vurdu. Taşındıktan 6 ay sonra Antalya’ya gidip, yaklaşık 3 hafta kaldım. Çok izin almadan, uzaktan çalıştığım için pek tadını çıkaramadım.

Açık ara, en çok özlediğim şeyler Türk kahvaltısı, taze ve lezzetli sebzeler.

6 ay sonra tekrar gidip, bu sefer hem arada bir izin alarak 7 hafta kaldım. Hem bayramı orada geçirip akrabalarımı gördüm hem de mis gibi yemeklerimizden yedim.

Türkiye’de 27 yıl yaşadım, yemek kültürümüzün kıymetini, yurtdışına taşındıktan sonra anladım. Şimdi gidip geldikçe evden salça, zeytin, avokado, nohut, mercimek, paket çorba ve reçel taşıyorum. Ayda bir de Türk marketini ziyaret ediyorum.

İşimin benim için en güzel yanlarından biri bu. Bir de SunExpress yaz sezonunda 80-90 euroya Tallinn – Antalya direkt seferleri yapıyor. Mis… Yılda bir defa yıllık izinde gidebilmek beni çok üzerdi sanırım, rahat rahat gidip uzun süre kalabildiğim için kendimi oldukça şanslı görüyorum.

Türkiye’ye sık sık gitmemin en önemli sebepleri de piremsesimiz Appa’yı görmek 🙂

Şimdi neler yapıyorum?

Yazı fırsat bilip, olabildiğince seyahat etmeye ve Estonya’nın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Yazın Estonya gerçekten çok güzel, her yer yemyeşil ve herkes dışarıda parklarda sahillerde ormanlarda vakit geçiriyor.

Estonya içinde henüz çok seyahat etme fırsatım olmadı, ama yine de Saaremaa, Muhu ve Tartu gibi güzel yerlerini gezdim. Türk bir arkadaşım aracılığı ile Tartu’da yaşayan Eston biriyle tanıştım ve o yurtdışına seyahatlere giderken, onun evinde kalıp tavşanlarına bakıyorum:

Tartu’da baktığım tavşanlar, soldaki tüy yumağı Pancake, sağdaki düşük kulak ise Sassy.

Hem şirketimin uzaktan çalışma izni hem de yeni keşfettiğim apartment swap ve house-sitting fırsatlarını kullanarak Avrupa içinde Schengen bölgesinde seyahat etmeye çalışıyorum.

Bu şekilde geçtiğimiz Ekim ayında, Madrid’de yaşayan biri ile apartment swap yapıp, bir hafta Madrid’de kalıp, onun iki kedisine baktım. Geçtiğim ay Stockholm’de bir hafta kalıp, Letonyalı bir ailenin Tigy isimli Bengal cinsi kedisine baktım.

Şimdi bu satırları yazarken de Basel, İsviçre‘deyim. Bir ailenin, kedilerine, kaplumbağalarına ve bahçelerine bakıyorum. Yaklaşık iki hafta burada kalacağım.

İsviçre’den anlık 🙂

Perşembe sabah, Tallinn’den Zürih’e gelip, ilk günü Zürih’te geçirip, akşamüzeri trenle Basel’a geldim. Geldiğimden beri evden pek dışarıya çıkmadım. Basel’a çok yakın küçük bir köyde kalıyorum.

Oldukça sakin ve sessiz bir yer, tam benlik. Hiç insan sesi yok, araba sesi yok, gürültü sıfır. Şu anda sadece saat sesi, rüzgardan ağaçların hışırtısı ve kuş sesleri duyuyorum.

Son zamanlarda oldukça yoğun haftalar geçirdim, bir süre evde ve bahçede sakince vakit geçirip dinlenmek istiyorum. Benim için harika fırsat oldu bu. Üstelik bu yazıyı yazmama da ilham sağladı.

Sevgiler,
– Şeyma

48 okuyucu bu yazıyı sevmiiiş!

Eklemek istediğiniz bir şeyler mi var? Bir yorum yazın!